Mekânlar ve Yüzler (Visages Villages) — 2017, Agnes Varda

Tunca Üçer
3 min readApr 26, 2021

Bu yazıyı Tugce Arslan Ucer ve Eylül Görmüş’ün hazırladığı 1 Kitap 1 Film bülteni için yazdım. Uzun zamandır, bırakın eleştiriyi, yazdığım ilk yazı.

Nasıl oldu da Varda ile yollarımız bu kadar geç kesişti diye hep hayıflanıyorum. Tanıştığımızdan beri, bir senede, neredeyse tüm çalışmalarını izledim. Visages Villages ise hem izlediğim tüm filmler hem de Varda’nın işleri arasında bambaşka bir yere oturdu. Bülten için bir yazı söz konusu olunca “neden” diye uzun uzun düşündüm. Nedenleri sıraya dizerken biraz zorlandım, yalan yok…

Yolculuk: Varda, her filminde yolculukta ama bu sefer bir eşlik eden var; JR. Birlikte Fransa’nın taşrasını geziyor, insanlarla tanışıyor, sohbet ediyorlar. Kasabalar arası yolda olma hali filmimizin ana eksenini oluşturuyor ve tüm hikayelerin arkasında tatlı tatlı esiyor. Hikayelere ve fotoğraflara konu olanlar sabit kalıyor, Varda ve JR yola devam ediyor. Yolculuğun kendisi kadar, yaşamının bir döneminde turistik bir köyde yaşayan biri olarak gelip geçenlerin arkasında, bu sabit kalma hali de beni çok etkiliyor.

Kuşaklararasılık ve Dostluk: Varda ve JR’ın aralarındaki yaş farkına, ve hatta kuşak farkına rağmen sapasağlam bir dostluk ve iletişim kuruyorlar. Aslında tam bir yoldaşlık. Ama yalnızca kendi aralarında değil, dokundukları herkesle; liman işçileriyle de, madencilerin eşleriyle de, garsonlarla da (Ama Godard hariç)… Kuşaklararası bir uçum değil de kuşakların birbirine bağlandığı bir yoldaşlık.

Büyük hisler, büyük izler: Büyük harflere ve ünlemlere ihtiyaç duymayan bir ustalıkla insanda derin ve büyük hisler bırakan bir film Visages Villages. Bir kasabadan diğerine giderken hisler ve izler sizde kalıyor. Filmden ne kaldı derseniz, hisler derim.

İçtenlik: Hislerin ve izlerin kaynağı içtenlik. Varda filmlerinin her biri sizi içtenlikle yolculuğa çıkarıyor, burası doğru. Ama bu filmde Varda ve JR başkalarının içtenliğini de bize sunuyor; kendi akslerini dev duvarlarda görenlerin içtenliklerini. Bazen mahcubiyetle.

İzleme ve izlenme: Orada olduklarını fark eden Fransız sanatı genel olarak dışarıda kalanın merkezdekini izlemesini çok işliyor. Post-kolonyal dönemi bile kapattık ama hala “Bakın [artık] onlar bizi izliyor” klişeleri kolay alıcı buluyor. Oysa “artık” değil, hep oradaydılar ve hep bakıyorlardı. Yalnızca bakılan görmüyordu. Sanırım içerideki ile dışarıdakinin/baskılananın en büyük farkı, birinin izlendiğinin farkında olmaması ve bu farkında olmama durumunun yarattığı yanılsama. Peki, Varda tam olarak kendi mekanlarına kendi akslerini yansıttığı insanları hem gösterip hem de onlara sürekli başkalarını izleme imkanı sağlarken kendisini tüm bu klişelerden nasıl kurtarıyor? Tek bir yanıtım var; içtenlik ve büyük/yoğun hislerle.

Sanat: Bir filmin özelliklerini sayarken sanat alt başlığı tuhaf kaçabilir. Ama burada dijital yayıncıların, televizyonun, popüler edebiyatın bize unutturmaya çalıştığı lirik bir sanattan bahsediyorum. Nesnel olarak değil, kişisel olarak özlediğim bir tat olduğu için.

Kayıt tutmak/kaybolmak: Fotoğrafın ve sinemanın tuttuğu kaydı, çok boyutlu olduğu için geçiciliğimize daha büyük bir başkaldırı olarak görüyorum. Bir sığınağa basılan dev bir resmin sadece bir gecede dalgalar tarafından silinmesini görmek ise çok güçlü bir iz bırakıyor. Ama Varda ve JR tarafından kayda alınmış ve bize ulaşmış olan bu eser, gerçekten de kaybolmuş mudur? Hayır, bizde yarattığı büyük histe ve izde yeniden üretilerek yaşıyor.

Bundan çok daha iyi kitap ve film yazıları okumak istiyorsanız 1 Kitap 1 Film’e Aposto üzerinden abone olmayı unutmayınız.

--

--

Tunca Üçer

Kolay İK and Talentics' Founder & COO. Passionate about tech, startups, HR, and Galatasaray. Loves cycling, vegan lifestyle, and fatherhood.